ME
NU

BAĞIŞLANDIM

  

BAĞIŞLANDIM

 

Allah’a şükürler olsun! Çünkü bir zamanlar  günaha köle olan sizler,

artık teslim olduğunuz öğretiye gönülden boyun eğmiş bulunuyorsunuz özüne yürekten bağlandınız.

Günahtan özgür kılınarak doğruluğun köleleri oldunuz.

(Rom 6,17-18)

 

 

1 - Günahlar bağışlanma ararlar

 

“Bağışlandım.” 

Bu kelimeyi ilk defa söyleyebildiğimde küçüktüm. Öylesine küçüktüm ki, o anın nasıl bir önem yüklü olduğunu bile kesinlikle varsayamıyordum. 

O karşılaşmadan çok az şey hatırlıyorum. Yalnızca yerini hatırlıyorum, görmüş olduğum en küçük kiliselerden birinin ufak ayine hazırlık odasını; yaşlı ve iyi, iyi ve sade pederini hatırlıyorum.

 

Yine hatırlıyorum ki hemen sonrasında, açık havaya çıktığımda, sevinçten sıçrıyordum. O sevinci iyi hatırlıyorum, çünkü yüzlerce ve yüzlerce kez tekrarlandı: Başka yerlerdi, karşılaştığım başka pederlerdi, ama sevinç oydu.

 

Yalnızca bir peder ile karşılaşmamış olduğumun bilincindeydim. Peder sadece, kendi sözleriyle ve jestleriyle hareket eden, ama onu aşan ve hatta onun kişiliğinin ve şahsiyetinin özelliklerini bile kayıtsız kılan bir Mevcudiyetin işaretiydi.

 

Çünkü Allah ile buluşuyordum.

İnsan olan o Allah ile buluşuyordum.

İnsanları sevmek ve onlar tarafından ağırlanmak için insan olmuş olan o Allah ile buluşuyordum.

Onun İsteğini görmezden gelmiş veya reddetmiş ya da inkar etmiş ve Sevgisini hayal kırıklığına uğratmış olan beni bağışlamayı ve yeniden kabul etmeyi bilen bir Allah.

 

Şimdi kendimi yanlış açıklamış olduğumu fark ediyorum: Geçmiş zamanı kullandım –“buluşuyordum”, “...idim”, “...mıştım” – çünkü geriye bakmakla başladım, ama itiraf etmeliyim ki tüm bunlar şimdi de geçerlidir; yaşamımın tüm yılları boyunca – tabi eğer Allah bana bunu bahşederse– bir peder aracılığıyla, günahkar ve benim gibi zavallı bir peder ile karşılaşmayla, sevgi dolu ve affetmeye tam hazır olan Allah’ım ile buluşmaya devam edebileceğimin ümidine ve bunu bilme sevincine sahibim.

 

Sonuçta, kendimin bir çocuk olarak kaldığımın farkındayım. Ben, her şeye ihtiyacı olan, özellikle de bağışlanmaya ihtiyacı olan bir çocuk gibiyim. Bunun, hayatımın en kalıcı şeyi olduğuna inanıyorum. Çocukluğumdan beri ne kadar şey değişti! Ama bu değişmedi: Bağışlanmaya ihtiyacım var. Bağışlanmayla yaşıyorum. İnsanların beni affetmelerine ihtiyacım var ve Allah’ın beni bağışlamasına ihtiyacım var.

 

Fırsatlar, koşullar ve günahımın biçimleri değişti: Günahlarım, gitgide daha bilinçli, daha serbest, başkalarının hayatı üzerine daha fazla etki eden, faaliyetime daha zararlı ve daha büyük. Bununla birlikte, beni affeden Allah’ımın sevgisinin işareti de arttı. Ancak onun affetme biçimi değişmez: Nitekim O hala, bu dünyanın bir insanı olan herhangi bir pederin sıcak veya soğuk, tesellici veya kurak kelimelerini kullanıyor.

 

Yaşıma rağmen, beşeri bilimlerin keşiflerine rağmen, kendime ve başkalarına olan bilgi artışına rağmen, Allah ile barışmam için, yürekte huzur bulmam için ve insanların sevgisini ve dostluğunu yeniden bulmam için başka yöntemler bulamadım. Aksine, pederin aracılığı sayesinde günahkar insanın Allah’ı ile buluşmasının ne kadar insanlık, ne kadar insan psikolojisine saygı, ne kadar ruhsal yük, ne kadar değişim gücüne sahip olduğunu hep daha fazla açıklıkla keşfettim. Bunu iki farklı bakış açısından söyleyebilirim: Af dileyen kişininki ve onu bahşeden kişininki.

 

Tecrübemin evrensel değere sahip olduğunu elbette iddia edemem: Ama onu varsayıyorum, çünkü benim tecrübem, her dilden, ırktan ve milletten ve yine her yaştan ve sosyal kökenden sayısız diğer insanlarınkine tamamen benzer şekilde yer buluyor.

 

Dolayısıyla biliyorum ki, eğer sen inanan ve Allah’ın affının tecrübesine sahip biri isen, söyleyeceğim şeyler sende de bir yankı bulacaktır. Ama eğer öyle değilsen, tecrübeye sahip değilsen ve imanda yaşamıyorsan… ben yine de eminim ki… günahkar bir insanın arzulayabileceği en güzel şeyi nihayetinde denemenin büyük arzusuyla ağzını sulandırabilirim: Kurtuluş.

Buna eminim, çünkü sen inanan biri olmasan da, en azından bir insansın.

 

 

  1. Sahip olduğun “zeka” konuşur

 

Sen insansın.

Yalnızca yemek yiyerek, içerek, uyuyarak ve eğlenerek yaşamaya kendini salıvermeyen, yani hayvanların yaşamını sürdürmeyle yetinmeyen insan, düşünmeye koyulur. Düşünerek kendisine birçok sorular yöneltir; tam bütün sorulara cevap vermeyi başaramaz. Kendi anlama yeteneğini aşan, kendisinden daha büyük şeylerin ve tecrübelerin olduğunun farkına varır. Bu benim de başıma geldi: Bundan utanç duymuyorum. Aksine, örneğin biri öldüğünde, herhangi bir talihsizlikle karşılaştığımda ve aynı şekilde memnun kişiler bulduğumda, kelime ve mantık yürütmelerde her zaman kendimi zayıf kabul ediyorsam, sırf bu nedenle daha eksik bir insan olduğuma inanmıyorum. Benim nedenlerim soru işareti olarak kalıyorlar.

 

İnanıyorum ki cevap vermeye yetenekli yalnızca biri vardır ve yine inanıyorum ki aldığım cevap, zeki biri olduğumu varsaysak bile, henüz tamamen benim zekamın ulaşabileceği kadar değildir. Peki, zekam nedir? Bazıları için akılsızlık. Ah, zavallı ben!

 

Bir “zeka” kendi mantık yürütmelerini yapmak için, ona destek sütunlar olan bazı varsayımlardan hareket eder. İşlerde karşılaştığın insanların büyük çoğunluğu, örneğin, mümkün olduğu kadar çok kazanma niyetiyle, üstün olma, kendisini değerli kılma ve baskın gelme arzusuyla hareket eden bir “zekaya” sahiptir. Bu türden “zeka” beynim tarafından kullanıldığında, artık birçok şeyi anlamıyorum: Hangi maksatla bir papaz/rahip olduğumu anlamıyorum; neden bir Hıristiyan olduğumu anlamıyorum ve bir Allah’a neden itaat etmem gerektiğini, neden yakınımı sevmem gerektiğini artık anlamıyorum. Artık kendimi anlamıyorum.

 

Neyse ki, genelde zekam başka sütunlar üzerinde yerini alır. Normalde, dünyanın Allah değil de, bir yaratık olduğunu; benim bir yaratılan olduğumu ve Allah olmadığımı, hayallerimin ve arzularımın Allah değil, yaratılanlar olduklarının eminliğinden hareket ederek mantık yürütüyorum. Başka bir sütun da, yaratmış olan Allah’ın, her şeyi gerçeklik ve sabit zeka ve ebedi bilgelik ile yarattığının; dolayısıyla da benim hayatımın büyük, güzel, kutsal ve Allah’a layık bir tasarı içinde “düşünülüp” yer edindiğinin eminliğidir. Zekam başka sütunlara da sahip, ama şimdi sana söylememe gerek yok.

 

Maalesef, fark ediyorum ki, bildiğim tüm her şeye rağmen, olmayı istediğim tüm her şeye rağmen ve zekamın sütunlarına rağmen, bazen kendimi huzursuzluk, acı, ortadan kaybolma, uzak olma, hiç kimseyle karşılaşmama arzusunu yaşamakta buluyorum; kendimi insan olmanın korkusu içinde buluyorum. Peki neden?

 

Kutsal Kitap’ın Âdem ve Kayin’e dayandırdığı bu aynı tecrübedir. Ben de günaha düştüm. Fakat, “günah mı?” benim eski “zekam” bana diyor: Yalnızca bir suçluluk duygusu! Suçluluk duygusu mu yoksa günah mı? Nasıl istersen öyle adlandır, yürekte olan yükü bir ben bilirim! Onu benden kim kaldırır? Bu yükü yürekten hangi insan kaldırabilir?

 

Suçluluk duygusu nedir; günah duygusu nedir? Farklı kelimeler midir, yoksa farklı gerçekler mi?

 

Bir insan, insan olma rolünden çıktığında, kendisinin ve diğerlerinin kötülük diye adlandırdığı şeyi yaptığında, diğer insanlarla olan ilişkiyi kopardığında veya onlara düşmanca davrandığında, hata yaptığının farkına varır: Kendi hatasını mantık ile kabul etmese bile, bunu yüreği kabul eder.

 

Böyle bir durumu iki farklı şekilde yaşayabilirim, ilki: yalnızca beni ve hayatımı görüyorum: Hatalıyım, yanlış yaptım, kendimi veya diğerlerini mahvettim, hata bende. “Olmak istediğim gibi” “ben”, “olduğum gibi” “ben” şeklinde karşıma çıkar: Bunlar birbirine denk düşmezler.. İki şahsiyet içinde bölünmüş olurum. Benim birliğimi ve içsel uyumumu kim yeniden ortaya çıkarmayı bilir? Psikologlar, psikanalistler, hipnotize edenler… Bunlar bilmeceleri çözmek, seanslar ve iyileştirmeler yapmak için sıraya girerler… çünkü ikiye bölünmüş bir “ben”, hasta bir “ben”liktir. Suçluluk duygusu şizofreniye götürmüştür. Birileri kendisini teselli etmek için, “Hepimiz biraz şizofreni hastasıyız” diyor.

 

Ben kendimi teselli etmiyorum. Kişisel hayatımı veya başkalarıyla olan ilişkiyi yaşamada hata yaptığımda, kendimi Allah’ımın huzurunda buluyorum: Beni seven ve benden yalnızca sevgiyi bekleyen; yalnızca sevginin sözlerini, düşüncelerini ve eylemlerini bekleyen Allah’ın huzurunda buluyorum. Benim yanlışımı görmemi sağlayan O’dur. O’na üzüntümü söylüyorum; günahkar, imansız ve onun sürekli Armağanı karşısında nankör olduğumu O’nun huzurunda kabul ediyorum. Aynı durumu yaşamanın başka bir biçimidir bu! Bende günah duygusu var. Günah duygusu, suçluluk duygusu değildir. Suçluluk duygusu, Allah’ı olmayan – veya O’nu geçici bir süreliğine unutmuş - insanınki iken, günah duygusu ise Allah ile yaşayan insanındır.

 

  

  1. Kör görmez

 

Allah ile yaşayan insan günah işler. Şaşkınlığa düşme! Demek istiyorum ki, Allah ile ilişki içinde yaşayan, imanda ve Allah’ın sevgisinde yaşayan insan, isteyerek işlediği hatalarını “günah” ismiyle çağırır. Allah ile sağlam ve sevgi dolu bir ilişkiye sahip olmayan insanların bahsetmelerinde ise günah var olmaz; öyle ki sana şöyle diyen birisiyle karşılaşabilirsin: Günah mı? Yok; artık var olmuyor! Benim günahım yok, nitekim kimseyi öldürmedim. Öldürenler ise, adam öldürmenin günah olmadığını ortaya koymaya kadar ilerlerler, çünkü… aslında tüm mazeretler iyidir.

 

Suda yaşayan balıklar için de böyledir: Yağan yağmur, onlar için ıslak değildir.- Ateşte bulunan kömürler için, ateş yakmaz. Üzerinde gübre olan biri için, gübre pis kokmaz. Günah içine batmış olan da, kendi günahlarının farkına varmaz.

 

İsa’nın özel bir şekilde sevdiği Havari, Aziz Yuhanna der ki, “günah” Mesih İsa’yı tanımamak, bizler için Peder tarafından gönderilen O’nu, Allah’ın Oğlu olarak kabul etmemektir. Günah budur. Bu, en büyük “günahtır”, çünkü böyle yaşayan biri en zifiri karanlıklardadır. Karanlıkta olan, orada bir çok şeylerle dolu bir dağ olsa da, karşısında hiçbir şey görmediğini söyler. Karanlıkta olan, devamlı olarak tökezler, ama yine de hiçbir engel görmez. “Günah” içinde olan, yanlış yapmaya devam eder ve yine de bunun farkına varmaz. Bu nedenle, kendisine göre günahların olmadığını ve günah işlemediğini söyleyene ben hiç hayret etmem: Bu açıklama körlük işaretidir, en kötü günahın belirtisidir, Mesih İsa ve Babası ile sevgi ve iman ilişkisinin olmadığının işaretidir. Yüreğinde İsa’yı kabul edene kadar, böyle bir kişiyi günahların varlığıyla ilgili asla ikna edemezsin. Gürültülerin varlığı ile ilgili sağır birini asla ikna etmeye varamazsın: İlk önce onun kulaklarını açmalısın.

 

O halde, benim için en önemli şey, benim karanlıkta, Işıksız kalmamamdır. İsa benim için Işık olduğundan beri, ben “günah” dışındayım. Hayatımın kuralı olarak İsa’yı kabul ettiğimden beri, onun Sözünü ve zekasını kendi zekam ve onun İsteğini kendi isteğim olarak kabul ettiğimden, hayatım karanlıklardan çıktı: O zamandan itibaren her gün günahlarımı görüp tanıyabilirim. Günahlarım gündüz vakti tökezlemek gibidirler: Hangi basamağa veya hangi taşa takıldığımı görüyorum. Kendime diyorum: “Ne aptalım ben, bakamaz mıydım?” Aynı şekilde günahlarım için de: “Yaşam ışığına sahibim. O’nun bana dediği gibi yapamaz mıydım?”

 

İşte benim kanaatim: Eğer Allah var ise, ben günahkarım. Allah, inandığım Allah Sevgi’dir, benim için ve herkes için sonsuz Sevgi’dir. O halde ben günahkarım, her zaman günahkarım. Bu ışık ile görüyorum ki, ben her zaman, aldığım Sevgi’ye uygun şekilde karşılık vermek için sevgide yetersizim. Ayrıca, kendi gözlerimden daha çok inandığım Mesih İsa’nın sözlerinden, Allah’ın beni kendi benzeyişinde ve suretinde yapmayı düşündüğünü biliyorum: Yani O’na benzemeye kadar varmam ve böylece O’nun sevmeyi bildiği gibi ben de öyle olmam niyetiyle beni yarattı: “Göksel Babanız mükemmel olduğu gibi, siz de mükemmel olun!”, “Sizi sevdiğim gibi, siz de birbirinizi sevin!” Allah’ın bu niyetini düşünürsem, kendimi daha da çok yol dışında, hedeflendiğim amaçtan daha da uzakta, daha çok günahkar olarak buluyorum.

 

Aziz Pavlus’un, Hıristiyanlara, “Allah’ı örnek alın!” ve Aziz Yuhanna’nın, “Seven herkes Allah’tan gelir.” demesi boşuna değildir. Peki, günahkar olmamayı nasıl başaracağım? Her gün içimde bazı güçler buluyorum ki, tamamen bencil olmasalar da, bencilikten doğan veya bencilikten besleyen hareketlere ve kelimelere götürüyorlar. Bencillik, sevgi değildir. Nasıl yapmalı?

 

Havari Pavlus’un da aynı probleme sahip olması beni teselli ediyor: “Ne yaptığımı anlamıyorum. Çünkü istediğim şeyi yapmıyorum; nefret ettiğim ne ise, onu yapıyorum. Ama istemediğim şeyi yaparsam, Yasa'nın iyi olduğunu kabul etmiş olurum. O halde bunu artık ben değil, içimde yaşayan günah yapıyor. İçimde, yani doğal benliğimde iyi bir şey bulunmadığını biliyorum. İçimde iyiyi yapmaya istek var, ama güç yoktur. İstediğim iyi şeyi yapmıyorum, istemediğim kötü şeyi yapıyorum…. Bundan şu kuralı çıkarıyorum: Ben iyi olanı yapmak isterken, içimde hep kötülük vardır… Ama bedenimin üyelerinde başka bir yasa görüyorum. Ne zavallı insanım! Ölüme götüren bu bedenden beni kim kurtaracak? Rabbimiz İsa Mesih aracılığıyla Allah’a şükürler olsun!” (Rom 7,15-24).

 

Günahkar olmamla kendimi teselli etmiyorum, aksine bu durumda zafere sahip olanın Mesih İsa olduğunu bilmeseydim, günahkar olarak kendime katlanmayı beceremezdim: O bana ayartmaları yenme ve sevgide yaşama gücünü vermeyi biliyor, ama – en kötü ihtimalle – günahımı bağışlamaya, onu silmeye, Peder’in sevgisine yeniden  kenetlenmeme, insanlarla olan kardeşliği yeniden ele almama, kendi benliğimin birimini yeniden bana bahşetmeye hazırdır.

 

 

  1. Dokuzla sağlama testi

 

Elbette bir lastik gördün. Bir lastik gerilebilir, çekilebilir, ama sadece bir noktaya kadar. Eğer onu kendi kapasitesinden daha fazla çekersen kopar.

İki kişi arasındaki ilişki de – sonuçta- bir lastiğe benzer. Benimle senin aranda bir gerginlik olabilir: İyi bir sözle, bir gülücükle, bir sevgi jestiyle gevşetilebilecek bir gerginlik. Ama iki kişi arasındaki gerginlik kendi fikir konumu üzerine inat etmekle veya intikam ya da öç alma isteği ile o kadar güçlü olabilir ki, gerginlik kopma noktasına kadar gidebilir ve de bu sık sık gerçekleşir. 

 

Bu türden bir durum, bir insanın Allah ile olan ilişkisinde de meydana gelir. Güzel, ahenkli ve evlat gibi bir ilişki olabilir. Fakat eğer insan ayartmaya düşmeye ve sevgiden çıkmaya başlarsa – sevgi, kendisi ile de uyum içinde kalması için her zaman bütünleşmiş olarak kalması gereken ortamdır -, Allah ile olan ilişkisi gergin olmaya başlar. Lastiği çeken Allah değildir! Aksine, O biraz gevşetir, beni ‘kancada’ tutar, ama onunkinin aksi yönüne, gerçek sevginin tersine, uzağa gidiyor muyum diye beni takip edemez: O zaman benim O’nun ile olan ilişkim kopar. Artık Baba’ya bağlanmış değilimdir, artık evlat değilimdir, artık Ruh’un kutsallığında değilimdir. Bir keresinde, lastiğin gerginliğiyle karşılaştırabilecek günahı “hafif” olarak ve onun kopmasıyla karşılaştırabilecek günahı da “ölümcül” günah olarak adlandırmayı öğrenmiştim.

Ölümcül: Büyük bir kelimedir. Bir yaşamın sonunu işaret eder. Allah’ın yaşamı içimde artık nefes almaz, artık hareket etmez, artık aydınlatmaz. İnsan kendisine teslim edilmiştir.

 

Büyük bir derttir. “İçinde Allah olmayan” insan, “içinde Allah ile olan” insandan çok farklıdır. Hiç bunun farkına vardın mı? Ölü bir insan, yaşayan bir insandan oldukça farklıdır. İşte, aynı farklılık.

 

“İçinde Allah olan” insan, belirgin bazı özelliklere sahiptir. Benim öğretmenim Aziz Pavlus’tur. “Allah’ın lütfunda olan” insan, “sevgi, sevinç, esenlik, sabır, şefkat, iyilik, sadakat, yumuşak huyluluk ve özdenetim” yeteneğine sahiptir. Çok hızlı okudun: Sakince yeniden oku, bu dokuz kelimeyi yeniden okumaya on dakikanı sarf et. Sendeki Allah’ın hayatını sınamak, onun için yalvarmak amacıyla Kutsal Ruh’a dokuz günlük dua etmek için, her gün bu dokuz kelimelerden birini alabilirsin. Bu dokuz kelime, çarpım işlemlerim doğru mu diye görmek için kullandığın dokuzları atma testi gibidirler. Eğer bu kelimeler içimde karşılık bulmazlarsa, Allah ile olan ilişkim iyi ‘kenetlenmiş’ değildir. Bunu deneyimlerime dayanarak söylüyorum.

 

“İçinde Allah olmayan” insan, tamamen başka özelliklere sahiptir. Yüreğinde korku  gizlenmektedir. Evet, belki cesaretlidir, ama çok korku vardır: Kendisini tamamen tanıtmaya izin vermez. Saklayacak bir şeyi vardır. Büyük acı veya büyük sevinç gibi, gerçek insan ilişkileri anlarından kaçar. Onlarla karşılaşmalardan veya onlarla yüzeysellikle ya da yalanla, öfkeyle veya alayla yüzleşerek kaçıp sıvışır. Belki beni anlamıyorsun: Ama önemli değil, dokuzluk sağlama testinde kal.

 

Allah’ın lütfunun dışındaki, ölümcül günahtaki insan güzel değildir, sevinç vermez, varlığına ne ümit aşılar ne de cesaret. Kurumuş bir çeşme veya “İçinde kara bir sineğin dolaştığı çok değerli şarapla dolu altın bir kupa gibi”dir: Onu ağza kim yanaştırabilir?

 

Bazen insan; yalnızca büyük bir hırsızlık, bir cinayet, bilinçli sövgü, zina, fuhuş, kürtaj, putperestlik, sahte yemin etme gibi ses getiren hareketleriyle  ve eylemleriyle değil, ayrıca azar azar, farkına varmaksızın, yavaş ve devamlı biçimde Allah’ından uzaklaşmayla da bu noktaya varabilir: Bu insanın, açlıktan ölmekte olduğu söylenebilir. Haftalarca veya aylarca Allah’ın Sözü’nden beslenmeyen, gerçek duayı aramayan, Rabbin diğer öğrencilerinin yaşamıyla temas içinde olmayan birinde, zamanla güçler, ışık, işitme duyusu ve gerçek sevgi eksilmeye başlar. Sonra da onu paganlardan ayırt edemediğinin farkına varırsın. Onda artık göklerin Peder’inin evladı olduğuna dair herhangi bir işaret bulmazsın; bunlardan en önemlisi de düşmanlarını bağışlama isteğinin onda eksik olmaya başlamasıdır. Ölmüştür, Yaşam’sızdır.

 

 

  1. Yüreğin sırrı

 

İnsan yüreği gerçekten bir gizemdir. En güzel şeylerde yetenekli olduğu gibi, en korkunç suçlarda da yeteneklidir. Ama kim bilir gerçekten yetenekli midir yoksa onu insanlık dışı eylemleri işlemeye iten, ondan da üstün bir güç mü vardır? Bana kuşku uyandırması, birinin bana bir keresinde şeytanlardan bahsetmiş olması veya benim sıradan ya da siyasi suçlulara savunma avukatlığı yapmak istememden ötürü değil, bundan ziyade, daha henüz on iki yaşında olan çocuklarla birçok kez karşılaşmamda onların bana aşağı yukarı şöyle itiraf etmesindendir: “Akşam vakti, yorganın altındayken dua etmeye koyulmak istiyorum, ama aklıma küfürler geliyor ve bana onları söylemek geliyor. Ben istemiyorum, istemiyorum, ama söyleyesim geliyor!” Bilinçli istemediğine ve ona söyleyesi geldiğine inandım, çünkü başka insanlar da bana bunun gibi türden küfürlerle ilgili, ama aynı zamanda hırsızlık, ahlaksızlık ve yalanla ilgili şeyler ilettiler. Bu türden bir şeye karşı ne azarlamalar ne uyarmalar ne de acıma fayda eder. Yalnızca imanla yapılan dua, yalnızca İsa’nın Adı’na ve Onun Kanı’na yakarış, yalnızca bir takdis ve belki küçük bir şeytan kovma, insan tarafından istenilmeyen bir gücü veya bir direnci kaldırabilir.

 

Halihazırda tarif edilen durum nadir olmasa da, yine de her zaman açık değildir. İnsanın yüreği her daim bir gizem olarak kalır. Ayrıca her zaman bilincin ve iradenin, özgürlüğün ve  etki altında kalmaların, hafızanın ve zekanın, mizacın ve ruhun, duyguların ve imanın bir karşımıdır ve bu nedenle, ruh ile canı, can ile bedeni, ruhsallık ile psikolojiyi fazlasıyla ayırt etmek isteyen kişi, -bir insandan ziyade- bir cesetten ya da avare bir ruhtan bahsetme riskine düşer.

Sonuçta bizler hep çocuklar gibiyiz. Bunu kabul ettiğimde ve çocukların sadeliği ve şeffaflığıyla kendimi Allah’ın ve insanların huzuruna koyduğumda, o zaman korunmuş olurum ve hem Allah’ın hem de insanların sevgisini algılamayı başarırım. Ancak küçüklüğümü kabul etmediğimde ve Allah’ın ve insanların önünde büyüklük ve kendine yeterlilik aradığımda ise, tüm dünyanın bana düşman olmuş gibi, hayatımı doyumsuz  gibi de görüyorum ve onu başkalarına katlanılmaz kılıyorum.

Çocuklar gibi olmak, büyük bir sırdır, büyük bir şanstır! İnsanın yüreğini benden ve herhangi modern bir psikologdan daha iyi tanıyan Mesih İsa, bu sırrı Yakup, Yuhanna ve tüm diğer öğrencilere zaten açıklamıştı. Şimdi bizlere de açıklıyor: “Yolunuzdan dönüp küçük çocuklar gibi olmazsanız, Göklerin Hükümranlığına asla giremezsiniz.” Yeteneklerinizin içsel tam uyumuna ulaşamayacaksınız ve dolayısıyla ne Allah’ın huzurunda ne de diğer insanlarla birlik ilişkisinde, tek parça ve tam olmayacaksınız.

 

Çocuğun yardıma ihtiyacı vardır: Onu istemeyi ve almayı bilir. Çocuk da hata yapar ve günah işler, sevgide noksandır: Ama oldukça hızlı bir şekilde bağları yeniden kurar, haksızlığı unutur, af diler: Annesinin şefkatinden yoksun olarak uzun zaman kalamaz! Ben de Allah’ın dostluğu olmadan, benim ve beni çevreleyen tüm her şey arasında tam uyum olmadan uzun zaman duramayan bir çocuğum.

 

Hem Allah ile hem de kardeşlerle bozduğum ilişkiler bütünlüğünü ben, bir çocuk gibi yeniden kurabilir miyim?

 

Af dileyen çocuk, sevgi ilişkisini yeniden oluşturanın o olmadığını hisseder: Annesinin ona, “Evet, seni affediyorum.” demesine kadar veya onu okşamasına ya da bir barışma işareti göstermesine kadar, bundan çocuk emin değildir. Affı diler: Peki  ona  af verilecek mi? Sonunda, belki de dayaktan sonra ya da bunların aracılığıyla, arzulanan affı alacağından emindir ve bu sayede şefkat ilişkisi yeniden ışıldamaya başlayacaktır; ama o jestin, o işaretin ya da o kelimenin gelmesi anına kadar, kendisini üzgün, ümitsiz ve eksik hissedecektir.

 

Bu tanımlamada ben, günah içinde olduğumda ortaya çıkan kendi durumumu da görüyorum. Allah’ın affını arıyorum, onsuz yapamam ve eminim ki Rab, öylesine “Sevgi” ve beni yeniden kollarında –bir anne gibi– sahip olmayı arzulayandır ki, affetmeye hazırdır; ama bir işaret alıncaya kadar, Allah’ın affının bir belirtisini gözlerimle görünceye ve kulaklarımla işitinceye kadar, yüreğimin ihtiyaç duyduğu tüm o huzuru bulamıyorum.

 

 

  1. İşareti görmek

 

Çocuklar için olduğu kadar benim için de, Allah’ın beni bağışladığına dair işaret gereklidir. Peki kim onu bana verir? Allah’ın bu eserinin güvencesini verebilecek insanlar kimdir? Yalnızca benim ile O’nun, O’nun ile benim aramda öylesine büyük ve özel olan bu eserin?

Allah, benim af isteğimi dinlemiş ve kabul etmiş olduğuna beni nasıl ikna etmeyi sağlayacaktır? Ben O’na öğretemem, ne de olağanüstü belirtiler, mucizeler, şimşek veya tuhaf gök gürlemeleri iddia edebilirim; fakat aynı zamanda da, kendimin bağışlanmış olduğuna ikna edemem ve dolayısıyla somut işaretlere sahip değilsem huzur içinde kalamam.

 

Kabul etmeliyiz ki, Allah, başarılı bir psikologdur. Zaten insanı şekillendiren O oldu, bu nedenle insanın yüreğinin nasıl olduğunu ve neye ihtiyacı olduğunu bilir. İnsanların günahlarını bağışlamak için O'nun, elbette ki ne sözlere ne de jestlere ihtiyacı vardır.

Fakat İnsan, onun sevgisinin eminliğine sahip olsun diye, onu karşılamaya gelir ve bedenin yapısına ve insan yüreğine uygun yöntemleri oluşturur.

Bunun için Mesih İsa, insan haline geldi; bizler gibi etten ve kemikten insan oldu. İsa Mesih, bizler meleklere dönüşmek zorunda kalmadan bizim seviyemizde Allah’la karşılaşabilelim diye, “Allah-Bizimle” oldu.

 

Nasıra’lı marangoz olan Yusuf'u, baba olarak çağıran Meryem’in oğlu Mesih İsa’nın, Allah olduğuna inanmak zordur. Olaylara inananlar haricinde, kendi hemşehrileri ve genel olarak Yahudiler için de zor oldu.

Önceden düşüncelere, kesinliklere sahip olmuş ve kişisel bilim ve bilgisinden ötürü kendilerini emin hisseden, savunacak bir şeyleri olan o kişiler, Allah’ı hayal ettiklerinden farklı şekilde O’nun hareket edebileceğini kabul etmeyi başaramıyorlardı. Diğer yandan da, hareket etme serbestliğini Allah’a bırakanlar, O'nun eserlerini kabul etmede özgür idiler: Böylece İsa’nın eserlerinin ilahi olduklarını kabul etmeyi bilirlerdi. Diğerleri ise İsa’nın Allah olduğunu kabul etmek zorunda bulunmamak için, iyileşmeleri, en güzel mucizeleri ve kötü ruhlardan kurtuluşları bile Şeytan’a atfediyorlardı (Mt 12,22-32): Aksi halde onun öğretisini de kabul etmeleri gerekiyordu ve Allah’ın, O’nun aracılığıyla bağışladığını kabul etmeye de mecbur kalmış olacaklardı; önemli nokta buydu. Eğer Allah, bir insanın, İsa'nın aracılığıyla affediyor olsaydı, kendisini eğmesi, mütevazı kılması ve bir insana muhtaç olduğunu kabul etmesi gerekirdi.

 

Onların kibri ve gururu, bu şekilde taşmanın da ötesine varıyordu: Siyahı beyaz; beyazı siyah olarak adlandıracak, Allah'ın mucizelerini Kötü'nün eseri olarak tanımlayacak noktaya kadar onları körleştiriyordu. İsa’nın, Allah olduğuna inanmak gerçekten zordur. İsa ile uyum içinde olmadığını hissedenin, O’nun söylediği, yaptığı tüm şeyleri ve taleplerini kabul etmek istemeyenin, şu basit adımı yapması yeterlidir: Onun tanrısallığına inanmamak, Allah tarafından gönderilenin O olmadığına inanmak. Bu adımı birçokları yapıyor. Böylece kendilerini akladıklarına inanıyorlar; İncil’in bazı kısımlarına ve de hatta bunlara olan kişisel itaatsizliğine dair kendi cehaletlerini “kutsal” sayıyorlar.

Günahların affı ile ilgili olarak İsa’nın yaptığı, söylediği ve yapmayı buyurduğu, kabul edilmesi zor o şeylerin listesinde yer alır; hür insanlar, yüreği pak olanlar, yalnızca Allah’ın yapabileceği şeyi O’nun eseri olarak tanımada yetenekli olanlar, İsa’yı yaşayan ve iyi, bizleri kurtarmada istekli Allah olarak karşılamayı bilenler onları kabul ederler.

 

Az diplomasiyle İsa’ya takdim edilmiş olan felçli insan, daha doğrusu, bir ambulanstan sedye üzerinde çatıdan aşağı sarkıtılmış o adam, bir günahkar idi. İsa bunun farkına varmıştı. Gözler konuşuyordu! İsa, o adamın kendisini yeniden Allah ile uyum içine koyma arzusunun da farkına varmış olmalıydı: Tek başına bunu başaramıyordu. Böylece İsa, her zaman olduğu gibi, o anda da ilahi yetkiye sahip olduğunu ve Peder ile bir olduğunu bilerek, -herkesin işittiği- sözüyle ona, günahının -onun günahının- artık var olmadığının güvencesini verdi: “Cesur ol oğlum; günahların bağışlandı.” (Mt 9,1-8).

 

Bu söz, Allah’ın eylemidir ve onu takip eden mucize bunun kanıtıdır. O adam bundan sonra çatıdan yukarıya geri çekilmedi; ne de sedye ile taşındı.

O halde İsa’nın Allah olduğuna nasıl inanmamalı? Eğer öyle ise, onun affetme yöntemi hakkında olanları da dâhil, onun öğütlerini aramadan ve yerine getirmeden yapamam.

İsa’nın, Allah’ın Oğlu ve Allah olduğuna inanıyorum: Bütün Havariler tanıkları ile bunu bana öğretiyor. Şimdi, özellikle Aziz Pavlus’un şu cümlesini hatırlıyorum: “Tanrılığın tüm doluluğu bedence Mesih'te bulunuyor” (Kol 2,9).

 

Dahası; İsa, kendisinin Baş olduğu, “Bedeni” olan Kilisesi’ni artık tamamen kendine bağladı. Dolayısıyla, Kilise’yi yeryüzünde bozulmaz bir şekilde Allah’a bağlı insanlığın o  parçası olarak tanımlayabiliriz. Kilise; Allah değildir, ama Allah’ın somut bir şekilde etkin olduğu “yer”dir. Mesih İsa’da Allah’ın beden alması, geçmiş bir olay değildir; ebedi, devamlı ve güncel bir olgudur. Allah bugün, etten insanlar aracılığıyla hareket eder. Çünkü onlar İsa’yla birleşmiş oldular.

Allah'ın affını insanlar aracığıyla kabul edebilmek için bu gizemi, Allah'ın düşüncesini, tanımak önemlidir!

 

 

  1. Değerli bir zorlama

 

Çeşitli defalarda İsa, muhataplarının, gönüllülerin veya mecbur olanların, affedildikten sonra hayat değiştirdiklerini görme sevincini yaşadı. Çeşitli defalarda, kendilerine “Esenlik içinde git, seni bağışlıyorum!” dediği insanların teselli ve özgürlük iç çekişlerini duydu. Kendiliğinden konuşan bir iç çekiş. O insanların, büyük çoğunluğunun, İsa’ya kendilerini mecburen takdim etmiş olduklarına dikkat et! Zina işleyen kadın, şiddet, nefret ve alayla onun ayaklarına atıldı. Bir yaban incir ağacının dalları arasına gizlenen Zakay, kendisine şöyle denildiğini işitti: “Aşağı gel, bugün senin evine gelmem gerek”. Haydut, tam da o gün bir haça gerilmemiş olsaydı, elde ettiği şansı yakalayamazdı.

 

Durumundan dolayı ya da İsa’nın kendisi tarafından diz çökmeye ve af dilemeye mecbur olan kişiler! Ama onlar, henüz hangi armağanın kendilerine verilmiş olacağını bilmiyorlardı, ne de onu elde edebileceklerini düşünemiyorlardı. İncil tarafından anlatılan bu tecrübeler, beni Ars’lı Aziz Curatus’un, yani Yuhanna Maria Vianney’in anısına götürürler. Biri ondan öğüt almak için ona yaklaştığında, soylu biri olsa da, her şeyden önce ona diz çöktürtür ve af dilemeye ve günahlarını itiraf etmeye “zorlardı”. Aferin, İsa’nın yöntemini kavramıştı; nitekim affedilen ve affedilmiş olduğunun bilincine varan bir ruh, ayrıca mantık yürütmede de yeteneklidir! Aksi halde, konuşur, konuşur ve konuşur; ama soruna dokunmadan onun çevresinde dönmeye devam edersin. Sorun yalnızca tektir: Günah. Eğer günah yürekte yük olursa ve yok edilmezse, o yürek; anlama, mantık yürütme, yaşamın ve ölümün temel şeyleri üzerine ışık tutma derecesinde olmaz, çünkü kısacası, serbest değildir. Problem şudur: Günahı kaldır ve her şey farklı olacak, her şey yeni bir aydınlık ve saydamlık kazanacak. İsa, affetmeye önem verir.

 

Bu tecrübeleri ben de, kendimde ve başkalarında yaşadım. Oldukça geniş bir tecrübeye sahibim: Bana inanabilirsin.

 

Mesih İsa, Allah’ın affının güvencesini kulaklarla işitmenin insan için ne kadar kaçınılmaz olduğunu gördü. O, kalabalıkların Vaftizci Yahya’ya akın ettiğini görmüştü: İnsan olan ona, yalnızca bağışlanma vaadini elde etmek için kendi günahlarını itiraf ettiklerini görmüştü! Allah’ın bir adamına yüreği açma arzusu, nasıl bir arzudur!

 

İsa gördü ve anladı ki, tüm herkesin günahkar olmasından ötürü, bu gezegenin tüm asırlarının bütün insanlarının birinci sorunu bu olacaktı. Onlar için düşündü. İsterseniz “ekonomik”, fakat insanların psikolojisinin, onların özgürlüklerinin de saygılı bir sistemini buldu. Aynı zamanda da zahmetli ve  ciddi bir sistem. Günahları bağışlama yetkisini başka insanlara teslim etti: Tabii ki, herhangi insana değil, imana sahip olmayanlara değil, zira O’na güven veren, birlik içinde kalmaya ve onun öğretisinde yaşamaya söz veren insanlara. Günahsız insanları, mükemmel insanları aramadı: Zaten onlardan bulamayacağını biliyordu. Günah işleyebilecek ve onların da af dilemeye ihtiyaçları olan insanlara bağışlama görevini teslim etmeye mecbur kaldı. Ama İsa, bize olan bu sevgi eyleminden dolayı pişman olmadı.

 

Filipus Sezariyesi kenti yakınında iken Petrus’a şöyle dedi: “Göklerin Hükümranlığının anahtarlarını sana vereceğim. Yeryüzünde bağlayacağın her şey göklerde de bağlanmış olacak; yeryüzünde çözeceğin her şey, göklerde de çözülmüş olacak.” (Mt 16,19). Sonra Kafernahum’da, tüm havari grubuna, kardeşlerin hataları konusunda, şöyle tekrar etti: “Size doğrusunu söylüyorum ki, yeryüzünde bağlayacağınız her şey gökyüzünde bağlanmış olacak. Yeryüzünde çözeceğiniz her şey gökte de çözülmüş olacak.” (Mt 18,18).

 

Bu görevin, günahkar insanların elinde olabileceğini anlayabilmemiz için, eğer gerek varsa, bütün bunları teyit etmek ve daha iyi açıklamak istedi; dünyada temel görevlerinin, ağır bir itaatsizlik olmadan kaçamayacakları görevlerinin bu olduğuna Havarileri ikna etmek istedi. İşte bu nedenle, onun Dirilişi gününde, Paskalya gününde, Son Akşam Yemeği odasında ilk görünmesinde, öğrencilerinin korkularını, onların kaçışlarını ve inkar etmelerini affettikten sonra, “Onların üzerine üfleyerek, ‘Kutsal Ruh’u alın!’ Kimin günahlarını bağışlarsanız, bağışlanmış olur; kimin günahlarını bağışlamazsanız, bağışlanmamış kalır.” dedi. (Yh 20, 22-23).

 

Harikulade sözlerdir. Özgürlüğüm bu sözlere bağlıdır. Eğer ben sonsuz defa affedilmişsem, bunu bu sözlere borçluyum ve eğer günahkar olan ben, günahkarları kabul ediyor ve onları Allah’ın adıyla bağışlıyorsam, yalnızca bu sözlere itaat etmem gerektiği içindir. Sevinç içinde yerine getirdiğim bir görevdir. Ayrıca da bir iman eylemidir. Günahlarını itiraf edenin iman eylemi mi, yoksa Her Şeye Kadir Allah’ın affını bahşetmemde ben peder olarak yaptığım iman eylemi mı daha büyüktür, bilmiyorum!

Sevinç içinde yerine getirdiğim, Allah'a bir iman ve insanlar için bir sevgi eylemidir.

 

 

  1. Korkuyu yenen bir sevgi

 

O günden, yani Paskalya gününden itibaren Kilise, Allah’ın affediyor olduğunu duyurmaya devam eder. Herkes duysun ve bunu bilsin diye onu herkese duyurur ve sonra, kişisel olarak, Allah’ın affını onlara bahşetmek için, peyderpey karar veren bireyleri bekler. Kilise’nin duyurusu yalnızca peygambersel değil, aynı zamanda gizemseldir de. Yani Allah affetmeyi bilir demekle yetinmez, ama somut ve gerçek bir jestle de affı aktarır. Yalnızca söylemez, aynı zamanda da yapar!

 

İmanlı topluluğu olan Kilise, kendisine başka bir görev daha yükledi:Birçoklarının isteksizliğini, af dilemeyle kendini  alçalmaktan insanı uzak tutmak için onun üzerine günahın koyduğu yükünü de bilerek, merhamet dilemek üzere yılda en az bir defa Kilise’nin üyelerini diz çökmeye zorunlu kılar. Böylesine kararlı bir Kilise görmek hoşuma gidiyor: O, zina işleyen kadını İsa’nın ayaklarına kapanmaya zorlamış olan Ferisiler gibi kötü bir izlenim bıraktığının farkına varmasına rağmen, İsa’nın Zakay’a karşı yaptığının aynısını yapmakta olmasında da bilinçlidir. “Aşağı in; bugün senin yanında kalmalıyım”. Her kim ne düşünürse düşünsün; Kilise’nin önem verdiği şey, evlatlarının iyiliğidir: Onların affedilmeleri, mütevazı olmaları, günahkarlarla birlikte olunca biriken kibri yitirmeleridir.

 

Kilise böylece “göklerde de bağlanmış olacak” ifadesini uygular. Şimdi Hristiyanların yılda en az bir defa, Kilise’den af dilemeleri gerektiği göklerde de bilinir. Kilise’nin Başı, Mesih İsa, Kilise’nin istediği şeyi ister. Bu da bizim iyiliğimizdir. Ama üyelerine karşı Kilise’nin bu “zorlaması” onların büyük çoğunluğu tarafından hissedilmemektedir. Peki, neden? Çünkü onlar, Allah’ın affına ihtiyacı olduklarını bildiklerinde ve hissettiklerinde Paskalya’yı beklemezler! Elime süpürge almadan önce evimin çöp yığınının çürümeye başlamasını beklemem: Duvarların içine bile nüfuz eden kötü kokuyu kim ortadan kaldırabilir? Barıştırma sözünü benim için söylesin diye İsa’nın havarisine kendimi takdim etmek için bir yıl beklemem. Ayrıca, benim gibi birçok başka Hristiyan da, hayat ancak affedilirse iyi yaşanabileceğini; Allah’a olan sevginin kendimizi alçak gönüllü kıldığını ve O’nun bizi affetmesine izin vermemiz gerektiğini; Kilise’ye ve kardeşlere olan sevginin, kazanılan affın hoş kokusunu sürekli olarak yaymadığında mükemmel olmadığını anladı.

 

Ben kendimi Kilise’nin pederine takdim etmek için ölümcül günaha düşmeyi beklemem; lastiğin kopmasını beklemem. Nitekim İsa’nın affının, “hafif” günahlar için de bana iyi geldiğini öğrendim. Kilise beni zorunlu kılmaz, yalnızca öğütler. Ben öğütleri de kabul ederim. Dahası, ağır olmayan günahlar için bir pederden af dilememin, yalnızca bir bencillik olduğuna da inanmıyorum: Bencillik için olsaydı, asla günahlarımı itiraf etmeye gitmezdim! Bencillik kötü şakalar yapar: Birçok bahane arar, utancı doğurur ve onu büyütür.

 

Günah işledikten sonra, mümkün olan ilk anda hemen Allah’tan af dilemeyi öğrendim. Bunu bana öğreten sevgi oldu.

 

Fark ettim ki ben… Sadece kendi hayatını sürdüren bir birey değilim: Toplumda yaşadığım andan itibaren bir sosyal göreve sahip olduğumu fark ettim. Hayatımın ilk ve temel görevi –ve kim olursan ol, seninkinin de –  Allah’ın ellerinde bir araç olmaktır. O bana, kardeşler ve dünya için Peder’in sevgisinin aracı olması gereken görevler ve hizmetler emanet eder. Allah’ın bir aracı olduğumdan dolayı da – ve öyle olmak istiyorum– mümkün olduğu kadar her kötülükten özgür olmaya çalışıyorum. Nitekim bir ustanın kusurlu bir çekiçle çalışmaya gitmesini veya bir ressamın kusurlu bir fırçayla resmetmesini ya da sapı düşen bir çapa ile tarlada çalışmaya giden bir çiftçiyi görmek güzel olmazdı!

 

Sevdiğim Allah’ımın, günah yüzünden uyuşmuş, kayıtsız, noksanlıkları ve zayıflıklarıyla engellenmiş çocuklarından biriyle bu şekilde işlemesini görmek güzel değildir.    Allah’ıma sevgim uğruna, sevgisinin aktarılması için benden faydalandığı yerde O'nun güzel bir izlenim bırakabilmesi için, O’nun bana sunduğu biçimlerle yüreğimin O'nun affından mümkün olduğunca çok faydalanabilmesine çalışıyorum: Hatta eğer gerekirse her gün.

 

Sık sık günahlarımı itiraf etmeye beni iten sevgi oldu ve utancımı yenme gücünü bana veren yine sevgi oldu. Günahların utancını sadece sen değil, ben de hissediyorum. Benim karşımda utanç duyduğun gibi, ben de kendimin karşısında ve beni dinleyen pederin huzurunda utanç duyuyorum. Göreceksin ki sevgi korkuyu yenecek. Peder Allah’a ve O’nun Oğlu İsa’ya olan sevgi, O’nu şereflendirme isteği; utancın ve başkalarının ne diyeceği korkusunun başını ezecek.

 

 

  1. Günah, sosyal mesele

 

Sevgi bana günahlarımı sık sık itiraf etmemi öğretti. Sana gerçeği söylemem gerekirse ancak ve ancak İsa için ve Peder için olan sevgim bana bunu yaptırdı. Kardeşler ve senin için olan küçük sevgim de büyük bir rol oynadı. Böyle oldu.

 

Peder olarak, kendimi devamlı - şimdi de olduğu gibi - büyük ve küçük insan kitleleri ile temas içinde buluyordum. Herkes benden yalnızca düşünce kutsallığı değil, aynı zamanda eylem cömertliği, anında müdahale, onlarla gülmenin yanı sıra üzüntüleri için ağlamaya olan içsel özgürlük, onların şaşkınlıklarına hayret etmemi de bekliyorlardı. Böyle olmam yalnızca onların beklentileri değil, benim de arzumdu. Fakat hep daha fazla netlikle fark ediyordum ki günahlarım, küçük olanlar bile (Rab'bin sevgisine karşı gelen suçları küçük olarak adlandırıyorsam Rab beni affetsin!) bir engel yaratıyordu. Günahlar, henüz Barışma gizeminde affedilmemişse ruhumu engelliyordu, kardeşlerime ve onların ruhuna tam anlamıyla dikkatli olmamda ona izin vermiyordu; herkesin fayda sağlamış olması gereken cömertliğimi, müsaitliğimi, doğallığımı, sevincimi engelliyordu veya zayıflatıyordu: Kısacası günahlarım, Mesih İsa’nın sevinçli tanığı olma yeteneğimi engelliyordu.

 

Peder olan benim başıma bu geliyordu. Pederdim ve bir şeyi başka bir şeymiş gibi söylemezdim. Fakat aynı tecrübeyi, peder olmasan da senin de edindiğine inanıyorum. Hatta sana güvence veriyorum ki, senin için de böyledir: Eğer ruhunu ve vicdanını bu olayları algılayabilmek için henüz duyarlı kılmadıysan, belki bunun farkında değilsin. Fakat ben ise her koşuldan birçok erkek ve kadınların, gençlerin, yetişkinlerin ve yaşlıların tecrübesini tanıyorum: Bu nedenle senin için de böyle olduğunun eminliğini verebilirim.

 

O halde, Allah için sevginin yanında, kardeşlerim için de sevgi, sonuçta “sevgi,” sık sık bir peder aramaya beni ikna etti ve buna itti. Onu sadece cumartesileri değil perşembe günleri de arıyordum ve – gerektiğinde– özel veya genel herhangi bir tekerlekli vasıta kullanıyordum: bisiklet, motosiklet, araba. Sevgi böyle şeyler yapabilir.

 

Benim nasıl yaptığımı sana söyledim. Senin nasıl yaptığını bir gün de sen söylersin: Bunu bana anlatmana önem veririm!

 

Allah’a sevgi ve kardeşlere sevgi, yegane sevgidir. Seven yürek, Allah ile kardeşler arasında bölünemez. Seven yürek Allah’tadır ve Allah tarafından sevilen kardeşlere ulaşır.

Aynı şekilde, yaptığım kötülük de, Allah’a karşı olduğu kadar kardeşlere de karşıdır. En saklı günah, kötü sonuçlarını benim tüm sosyal ilişkilerime yayar. Benim her günahım, Kilise’nin çehresini daha az güzel ve daha az inanılır kılar, ilahi boyutu ondan kaldırır, ait olduğum mahalli kilise ve cemaatin genel tonunu alçaltır, başkalarını kişisel ilgisizliklerinde ve ılıklıklarında destekler ve hatta onları oraya bile çeker.

 

Kilise’nin bir üyesi olduğumdan dolayı, her günahım onun yürüyüşünü zorlaştırır. Kilise, onu kaplayan ve dolduran Kutsal Ruh tarafından hafif ve canlı kılınmaktadır. Eğer ben Kilise'ye başka bir “ruh” dâhil edersem ve bu da Şeytan'ın– günahım aracılığıyla– pençesini oraya koymasına izin verirse… onun tanıklığı artık açık değildir, onun duası da yalan olur: Ağzıyla “Hükümranlığın gelsin” der, ama eserleriyle kötülük işler.

 

Bir Hristiyanın her günahı, yalnızca Allah’a karşı değil, ayrıca Allah’ın ailesi olan Kilise’ye karşı da bir suç olduğundan dolayı ağırlaşır.

 

Eğer günahım insanların gözünden saklı ise bu daha da kötüdür: Onu görmüş olsalar, en azından kendilerini savunmayı bilirler! Onu görmeyerek, hiçbir şekilde iman ve sevgi yüklü olmayan benim örneğime hala itimat etmeye devam ederler. O halde, Allah’a karşı her günahım, Hristiyan topluluğuna karşı bir hırsızlıktır; aynı şekilde insanı inciten her günah, onu seven Allah’a karşı doğrudan bir suçtur.

 

Pederden aldığım bağışlama da, hem Allah’ın hem de insanların bağışlamasıdır. Hristiyan topluluğunun üyeleri, Allah’ın yanı sıra, Episkoposun ve Kilise üyelerinin de temsilcisi olarak pederi kabul etmektedirler. İsa tarafından havarilere emanet edilen yetkileri havarisel haleflikle alan Episkopos, Allah’ın adıyla günahları bağışlama yetkisine sahip yegane kişidir; o bu görevin paylaşılmasını, kendi pederlerine sağlar. (Gerçekten de, eğer ben başka bir diyoseze gidersem, günah çıkarma yetkisini o yerin Episkoposundan istemem gerekir. Nitekim Episkoposum kendi diyosezi için, diyosez topluluğu için bana verdi. Bu kural, bir peder kılığına bürünmüş biri seni aldatmasın diye senin için bir güvencedir)!

 

Allah’ın affını alan Hristiyanlar, tüm Kilise ve tüm Hristiyanlar tarafından da zaten affedildiğini hissederler: Baş’ın yaptığını Beden de kabul eder; Mesih’in yaptığı şeyi Kilise de yapar. Benim peder olarak sana bahşettiğim af, aynı zamanda Hristiyanların da affıdır. Kendileri bunu bilirler ve benim affetmek üzere onların kardeşlerinin günahlarını dinlemeye hazırlandığımı gördüklerinde, onlar da her şeyi ve herkesi affetmek üzere kendi yüreklerini hazırlarlar.

 

Bu diğer yandan, kendimizin Allah tarafından affedilmiş olmamız için bir ön koşuldur. Eğer ben diğerlerinin suçlarını bağışlamazsam, Allah'tan bağışlama alamam. İsa onu bizim kafamıza böylesine derinden koymak istedi: “Bize kötülük edenleri bağışladığımız gibi, sen de bağışla suçlarımızı”! Fakat başkaları beni sık sık incitiyorlar! Hatta bazıları bana karşı ağır şeyler yapıyorlar! Kaç defa affedebilirim? Hayrete düşme. Aziz Petrus’un da bu problemi vardı. İsa’nın ona ne cevap verdiğini zaten biliyorsun (bkz. Mt 18,21-35).

 

İsa’nın düşüncesini şöyle anladığımı düşünüyorum: Bir kez gerçekten affedersen, sana kötülük yapan kardeşinle yeniden tam sevgi birliği içinde olursun. Ona bahşedeceğin sonraki bağışlama, yine hep ilkmiş gibi olacaktır. Kaç defa affettiğini nasıl sayabilirsin? Bu hesaplamalar, senin gerçekten hiç affetmediğinin işaretidir.

 

 

  1. Ebedi bir kucaklama

 

İsa’nın Petrus’a söylemiş olduğu o meşhur “Yedi defa yetmiş” ifadesi, onun matematik zekasının bir kanıtı değildi; bundan ziyade bir açıklama, başlangıçtan beri herkesten gizlenmiş bir sırrın bildirilmesi oldu: Allah’ın yüreği. Allah’ın yüreğini kim tanıyabilirdi? Allah’ın, merhametini kaç defa kullandığını not aldığı bir kayıt defterini kendisi ile  bulundurmadığını kim hayal edebilirdi?

 

Eğer İsa, her zaman affetmesini Petrus’a söylüyorsa bu, O’nun yani İsa’nın, her zaman affetmeyi zaten Peder’den öğrendiği anlamına gelir; yine, bir evladın O'ndan affetmeyi her dileğinde, Peder'in bunu yapmaya hazır olduğu anlamındadır. Allah, merhametli olmayı asla bırakmaz! Her af eylemi, zamanların sonunda O’na teslim edeceğimiz hayatımızı, aracılığıyla kabul edeceği o sınırsız af kucaklamasının önceki bir kırıntısından başka bir şey değildir.

 

Diğer yandan, Allah’ın kucaklaması yalnızca günahların affını değil, ayrıca borçların da bağışlamasını kapsar. Bizler O’na karşı olan borçlarımızı her gün biriktiririz. Hatta ne kadar olduklarını bile bilmeyiz, Allah’tan aldığımız şeylerin toplamının sayısının farkına varmayız! Bizler borçluyuz. Kardeşlerimiz de bize karşı borçlular, ama önemli ölçüde daha düşük, on bin gümüş paranın karşısında yüz dinarın durduğu gibi: On binlerce milyona karşılık bin lira gibi! Eğer Baban, senin on bin gümüş para borcunu bağışlıyorsa, sen her ne pahasına olursa olsun bir kardeşinin sana olan bin lirasını mı ona ödettireceksin? Kendini yetmiş yedi defa bağışlanmaya bırak ve her gün yetmiş yedi defa bağışlamaya hazır ol!

 

Allah tarafından sık sık kendimi affettirmede zorluk içinde olduğum bir dönem oldu: “Rabbin beni birçok kez affetmesini nasıl bekleyebilirdim?” “Günahlar her zaman aynıdırlar!” “Günahlarımı itiraf ettikten sonra, ilkinden daha iyi biri değilim!”

 

Şimdi ise yetmiş yedi defayı aşan merhameti için Allah’a şükrediyorum! Eğer İsa, Petrus’tan bunu talep etmişse, bu demektir ki ilk önce bunu yapmaya hazır olan O'dur. O zaten kendi yapmamış olduğu şeyleri bizden istemez!

 

“Benim günahlarım her zaman aynıdırlar”: Bu doğru değil! Bugünküler evet, dündekilerle aynı türdenler, ama başkadırlar, belki daha da ağırlar, çünkü bu arada Allah’ın ve Kilise’nin affını tattım, lütuf ile zenginleştim ve yine günaha düştüm.

 

Peki, günahları itiraf ettikten sonra daha iyi birisi miyim?

Tabii, iyi olan yalnızca Allah’tır! Elbette, affedilmiş olduktan sonra Rabbi sevmem için fazladan bir nedenim var, O’nun sevgisi beni olgunlaştırdı; ama sonra, önceden olduğum gibi kendimi zayıf buluyorum. Fakat benim için önemli olan, Allah’ın iyi olmasıdır, böylece cesaretsizliğe kapılmıyorum. Aynı hataya düştüğümde O’nun ve kardeşlerimin huzurunda bir daha kendimi alçaltıyorum ve hayatımın  yeniden Allah'a şan vermesi gerektiğinden, kendimi yeniden affedilmeye bırakıyorum! Bir daha günah işlememeyi kendi kendimden beklemek çok ağır bir kibir olurdu: Bir daha Allah’ın merhametine bağlı olmayı istememeye, yine O’na ihtiyaç olduğunu kabul etmek istememeye beni götürürdü!

 

Gizemsel affı alma fırsatını hemen bulamıyorsam, onu en kısa zamanda yapmaya yüreğimde söz veriyorum ve vergi görevlisinin duası ile içten af diliyorum: “Rab, ben günahkâra acı!” Böylece günahın sevinç, iman ve içsel güvencenin yıkıcı eserini devam ettirmesine izin vermemek için günahımı İsa’ya teslim ediyorum.

 

Bu, öğrenilmesi gereken bir yetenektir. Eğer günah kendi kendine bırakılırsa yüreği mahveder, aklın dikkatini kendine çeker, içsel bir engel haline gelir, cesaretsizliğe destek olur. Hemen yüreğimizde İsa'ya dönerek günaha, ne vakit ne de dikkat vermemeyi yavaş yavaş öğrenmek gerekir. Cesaretsizlik büyük bir yıkımdır: Cesaretsizliğe kapılmakla iyilik yapıldığına inanılır, halbuki bu bir aldatmadır. Cesaretsizlik, ruhu ezilmiş ve baskı altında tutarak ondan intikam isteyen incitilmiş kibirdir. Cesaretsizlik asla Allah’tan gelmez! Dikkatimin kendime çevrilmiş olduğunun, Allah’ın yüceliğini hayatımda aramaya gayret etmediğimin bir işaretidir. Cesaretsizlik, Allah’ın affından günahkarı uzaklaştırmayı isteyen Kötü’nün bir hilesidir. Ona ilgi göstermek ne beladır! Hangisi olduğunu hatırlamadığım ve bana çok yardım etmiş bir azizenin şu cümlesini yineliyorum: “Eğer kendime bakarsam üzüntü içindeyim; ama sana bakarsam, ey Rab, sevinç içindeyim!”

 

Günahlarıma dikkat etmem ölümcüldür: Onlar, hayatım üzerinde “karanlıkların babası”nın gücünün işaretidir. Eğer günahlarıma önem verir ve onların, cesaretsizlikle üzerimde etkili  olmalarını devam etmeye izin verirsem, onlara sebep olana yüceliği veriyorum: Şeytan’a asla şanı vermek istemem!

 

Bu aynı nedenden dolayı, günah itiraflarımda içten ve kapsamlı olmaya çalışırım. Kötü Olan, yüreğimin bir tarafı üzerinde hak iddia edemesin diye, her şeyi, her günahımı ışık altına getirmeyi isterim. Karanlıkların babası, kendisini içinde gizleyemesin diye ruhumda karanlık bir köşe bulmamalıdır. Her şey ışıkta, her şey Işık’ta!

Ruhumun şeffaflığı, onun en büyük savunması ve onun en güzel şansıdır!

 

 

  1. Domuzların çobanı gibi

 

Evrensel Yargı’yı önceleştirerek ben günahlarımı ışığa koyuyorum! O zaman herkes her şeyi bilecek: “Örtülü olup da açığa çıkarılmayacak, gizli olup da bilinmeyecek hiçbir şey yoktur…” (Lk 12,2-3). “Allah'ın yöneticisi' (Tit 1,7) olan pedere tanıtarak, işlediğim kötülüğü ışık altına koyuyorum.

 

Günahım, tüm Hristiyan topluluğu üzerinde olumsuz etki yaptı. Ben onun bir üyesiyim. Ekmeğin ve Allah’ın Sözü’nün faydasını almak, kardeşlerle duada birlikten yararlanmak için ona dönmek istiyorsam, ondan yani topluluktan af dilemem gerekli ve doğrudur. Topluluk, hem af isteğini kabul etmek hem de affın kendisini bahşetmek için pederi kendine temsilci olarak kabul eder. Başında Mesih İsa olan Hristiyan topluluğu, benim “sürekli olarak” günahkar olduğumu ve de “hafif” günahlarımın gündelik olduklarını bilir. Bunu bilir ve beni gizemsel Komünyon'a, yani Efkaristiya Gizemine kabul etmesi için benden her gün günahlarımı itiraf etmemi iddia etmez. Kendimi günahkar olarak görmemle, kardeşlerle birlikte af dileyerek Ayin’in başlangıcını alçakgönüllülükle yaşamamla yetinir. Komünyon’a gittiğim her defada günahlarımı itiraf etmem gerekmez! Fakat hem Allah ile olan ilişkide hem kardeşlerle olan ilişkide hem de yüreğimin uyumunda, her defasında Kutsal Ruh’u ağır bir şekilde incitmiş olduğumun bilincine sahip olduğumda, o zaman Rab ile kendimi barıştırmak için büyük Bayram'da Komünyon’a gidilmesine kadar beklemem!

 

Bazen bir kişiyi ya da küçük bir insan grubunu özellikle incitmiş olduğumu fark ettiğim durumlar da vardır: Örneğin ailede. İncittiğim kardeşimden af dilememe –af dilemek, özür dilemek  değildir– kim bana engel olur? Kendisinden af dilediğim o kişi ne yapması gerekecek? Önemli bir şey olmadığını söylemeye mi çalışacak? Boş vermeyi mi? Hiçbir şey fark etmediğini mi? Hayır, böyle hoşuma gitmez. Eğer senden af diliyorsam, bana şöyle de: “Evet, seni affediyorum.” Hatta Assisi’li Aziz Fransua’nın, cemaat kardeşlerinden (ki peder değillerdi) beklediğini bana yapsan daha da memnun olurum. Aziz Fransua şunu diliyordu: İsa’nın adıyla birbirinizi affedin! Senden af dilediğimde bana şöyle diyebilirsin: “Seni affediyorum, çünkü İsa affediyor”; ya da, “Affımı sana İsa’nın Adı ile bahşediyorum!” “İsa’nın Adı ile seni affediyorum.” Gizemsel bir günah bağışlaması olmasa da, çünkü sen bir peder değilsin, ama hiç yoktan daha fazlasıdır. Hatta Adı’nda kurtuluş olan İsa’nın kendisi müdahil olarak çağrılırsa, o anda benim günahım, İsa’nın Adı’nın kudreti için gücünü yitirir! Aynı şekilde, birbirlerini bağışlamaları için eşlere de öğüt veriyorum. Deneyin ve Mesih İsa aranızda öncekinden daha derin bir birlik yaratmaktan geri kalmayacaktır.

 

Affetmek, güzeldir de! Affetmekle ilahi bir eylemi yerine getirdiğimi fark ediyorum. Cesur ol, affet, ey erkek veya kız kardeşim, affet, affet! Bizler affetmekle dünyanın kurtuluşuna katkıda bulunuyoruz! Gerçek af dünyada ışığı, sevinci, ilahi parlaklığı yayar. Kardeşlere, “Bir şey olmadı”  deme, onları affet! Eski kinleri de, büyük haksızlıkları da – dostlarının ve akrabalarının affetmediği olanları  dahil – affet. Affet! Gerçekten affettiğin zaman, Allah’ın dostu olduğunun ve hatta Allah’ta bütünleşmiş olduğunun kanıtına sahip olursun. Eğer affedersen, Allah’ın sana verdiği bağışlamayı daha derinden kabul etmeye kendini yetenekli kılarsın: Bağışlamayı daha iyi, onun doğru boyutunda değerlendirmeyi bileceksin.

 

Eğer affedersen, seni affeden o Allah’ın yüreğini anlayabileceksin. Bu nasıl da önemlidir! O’ndan aldığın bağışlama da, seni Allah’ın yüreğine girme, O’nunla tam birlikteliğe dönme amacını güder.

 

Bu madalyonun diğer yüzüdür: Yalnızca üzerimden günahlarımın ağırlığını kaldırmak için itirafta bulunmuyorum, af dilemiyorum. Bu az olurdu. Ben Baba’ya dönmek için günahlarımı itiraf ediyorum. O’ndan uzakta kendimi savurgan oğul gibi domuzları gütmekte buluyorum. Allah ile samimiyeti tatmadığında ve O’nun için yaşamadığında bu izlenimi sen de tecrübe etmiyor musun? Sen domuzların çobanı olursun! Ekmekten yoksun olursun, dinlenmekten yoksun olursun, sevinçten yoksun olursun. Yeryüzünde ne kadar üzgün surat görülür! Neden? Çünkü domuzlar güdülmektedir! İşte, domuzları güden kişi ne yaptı:

“Aklı başına gelince şöyle dedi: 'Babamın nice işçisinin fazlasıyla yiyeceği var, bense burada açlıktan ölüyorum. Kalkıp babamın yanına döneceğim ve ona, ‘Baba’ diyeceğim, Allah’a ve sana karşı günah işledim. Ben artık senin oğlun olarak anılmaya layık değilim. Beni işçilerinden biri gibi kabul et.' Böylece kalkıp babasının yanına döndü.” (Lk 15,17-20).

 

 

  1. Gökten koparılan şölen

 

Cesur ol, evlat, dön!

Babanın evinde sevinç var, kardeşlerin var, bir annen var, yüreğin için dinlenme var. Dön! Hatta hazırlanmış bir şölen var. Bir günahkar tövbe ettiği zaman gökte şölen yapılır! İsa seni cesaretlendirmek için bunu söyledi! Gökte bir şölen var, yüreğine ve evine aktarılan bir şölen, çünkü öylesine büyüktür ki, gökten yeryüzüne taşar.

 

Hiçbir şeyden korkma. Tek başına yapmak isteyeli ve bir pederin önünde diz çökeli yirmi yıl olsa da, nasıl yapılacağını bile hatırlamıyorsan, “arkadaşların” seninle alay ediyor olsalar da, bir din adamı karşıtı olsan ve herkes tarafından öyle sayılsan da, hayal edebildiğimden daha fazla bela işlemiş olsan da, korkuya kapılma: Aksine, işte tam da o zaman meleklere ve azizlere büyük bir şölen sağlayabilirsin! İçinde yer alan çocuğu keşfet, yüreğinin ihtiyacını düşün, Allah’ın sade ve sınırsız sevgisine geri dön. Günahlarını itiraf etmeye git veya gel!

 

Aslında Bağışlama Gizeminin en önemli şeyi, senin günahların bile değildir. Bak,  bağışlama gizemini ben… bir şekerleme yemeyle karşılaştırmayı seviyorum. Şeker yediğimde onun ambalajını söküyorum, ilkini ve ikincisini ve üzerinde yapışık kalmış muhtemel parçaları da alıyor ve atıyorum. Sonra şekeri ağzıma götürüyorum, sevinç ve memnuniyetle onun tadını çıkarıyorum.

 

Günahlarımı itiraf ettiğimde de aynı şeyi yapıyorum: Özenle tüm günahlarımı atıyorum, sonra Allah’ın dostluğunun, içsel huzurun ve dinginliğin sevincini tadıyorum. En önemli ve kalıcı olan budur: Allah’ın bana yaptığı armağan.

 

Elbette ki tüm günahlarımı teslim etmeye çalışacağım, aksi halde Baba’nın yüreğine nasıl girebilirim? Allah’ta kötülük, günah ve karanlık için yer yoktur: O’nunla bir olmaya giderken hiçbir günahı, hiçbir kötülük gölgesini ardımda götüremem.

 

Bu tabi ki Allah ile bir olmak için hem ruhsal olarak hem de gizemsel olarak, yani Efkaristiya Ekmeğine katılımla geçerlidir. Nitekim, muhtemel ihtiyaç durumunda ilk önce gizemsel Barışma’yı elde etmeden, Gizemsel “Komünyon’u” alarak Ayin’e katılmak, ciddi bir dine saygısızlık olurdu!

 

Allah ile olan mükemmel birlik, bir lütuftur; öylesine büyük bir armağandır ki hayatımda her günahın anısını ortadan kaldırmayı gerçekten bana arzulatır!

 

Allah’ın bana yaptığı armağanı da muhafaza etmek istiyorum. Bağışlama ile içime yaydıkları lütuf için Mesih İsa’ya, Peder’e ve Kutsal Ruh’a şükranlarımı sunmak üzere kutsal bir hayat yine de azdır!

 

Allah ile yürümeye, Onun isteği üzerine kendimi eğitmeye, önceki hatalara yeniden düşmemek için her şeyi yapmaya gerçekten çalışmalıyım. O bunu hak eder. Mesih İsa, hayatımın O’nu şereflendirmesine layıktır. Pederin bana söylediğini yapmakla bu yeni yürüyüşüme başlıyorum. Birçoklarının adlandırdığı gibi, o bana bir “kefaret” veriyor. Hristiyanların tembelliği ve Gizemin değersizleşmesi yüzünden, pederler ödev olarak kısa bir duanın söylenmesine kadar indirgediler. Sen ise bununla yetinme. Tövbe etmenin ve katıldığın meleklerin şöleninin işareti olacak herhangi bir sevgi ve cömertlik davranışı için pedere sor ya da kendi başına bir şeyler uydur.

 

Şölende olunduğunda genelde daha cömert olunur. Günahlarını itiraf etmiş ve Allah ile barışmış olacağın zaman, yürekte saklı olan gökteki şölen, yeryüzünde de bayrama dönüşsün diye, bir sevgi eylemi ara! Seni affeden pederi, birlikte bir bardak bir şeyler içmeye davet etmeye her zaman gerek yoktur! Bu bir hastayı ziyaret, düşkünler evindeki yaşlılarla geçirilen bir saat arkadaşlık, bir yetimhaneye yapılan bağış da olabilir. Senin hayal gücün benimkinden daha büyük! Yalnızca günah fırsatlarından vazgeçmeyi değil,  özellikle, göğün bayramını  yeryüzüne getiren bir işaret ara.

 

İnsanın en büyük tecrübesi, en hoşnut olanı ve arzulananı, bağışlama tecrübesidir: Kendi Oğlu’nu bizlere göndermede Allah’ı iten neden bu oldu, İsa’nın haçta öldüğü ve Ruh’unu bahşettiği sebep budur. Allah, şimdiden ebedi şöleni burada yaşayabilsin diye, onu affetmek için insanı –tüm zamanların Âdem’ini– arar.

 

Ama –artık bunu söylemek gereksiz– bağışlama, onu alan insan,  Peder ve O'nun Oğlu ile yeni ve derin birliktelikte yaşasın diye bahşedilmektedir.

 

Bağışlanmayı almak ve sonrasında Allah’ın arzularını göz ardı ederek, yüreğin serbestliğinde kendi çıkarlarına, kendi bencilliklerine dönmek, öncesi olmayan bir suç olurdu! Aziz Petrus şöyle der: “Köpek kendi kusmuğuna döner; domuz da yıkandıktan sonra çamurda yuvarlanmaya döner.” (2.Pt 2,22).

 

İki etkileyici görüntüdür ve maalesef bazı durumlarda da gerçektirler. Allah’ın ve Kilise’nin affını elde edenin, Allah’ın ve Kilise’nin karşısındaki davranışını derinden değiştirir, Allah ile ve Kilise ile kendisini aileden biri gibi hisseder, İsa’nın izlerini takip ederek Allah’ın evlatları olarak yaşamak isteyen tüm herkesle ruh birliğinde yürür! Mesih’in Bedeni ile Gizemsel Komünyon ve Hristiyan yaşamının “zirvesi ve kaynağı” olan Efkaristiya’ya istikrarlı olarak katılmakla yeni durumunu yansıtacaktır.

 

Son olarak, bağışlandığımın her defasında benim Allah’ta kalmaya ve Allah’ın da bende kalmasına özen gösteriyorum. Ben bunun farkına nasıl varacağım?

 

 

  1. Allah ile olan birlikteliğin işaretleri

 

“Allah’ta yaşadığımızı ve O'nun bizde yaşadığını, bize kendi Ruhu’ndan vermiş olmasıyla anlıyoruz.” (1Yh 4,13).

 

Bizlerin Allah’ta ve Allah’ın da bizde olduğunun kesinliğine sahip olmak! Nasıl mümkün olabilir? Tüm yüreğimle arzuladığım budur. Seni göremem, sana hayranlıkla  bakmak  yalnızca senin eserlerindedir! Sana sahip olmak; gözlerin arzularını karşılayan ve öteye giden bir sevinçtir: Peki ne zamana kadar?

Ne zamana kadar Sen bende ve ben de Sen’deyim? 

Yanıp sönmesi haricinde, hislerim Seni hissetmiyorlar, geçici parıltılar gibi. Yüreğim ise, Senin parlak ve göz kamaştırıcı varlığını gelip geçen şekilde algılıyor. 

Kendimi geceye, karanlığa, kuraklığa, toprağa batmış gibi hissettiğimde, hangi işaretleri aramalı?

 

Senin işaretlerin belirgindir ve olmalıdırlar, çünkü senin olduğun yerde faaliyetsiz kalamazsın: Işık, senin ışığın, etrafında karanlıklar bırakmaz. İşaretin ruhtadır: Sen bizlere senin Ruh’undan verdin. Seninkinden aldın ve onu insan yüreğine koydun. Senin Kutsal Ruh’undan aldın ve Onu içime döktün; şimdi yüreğimde senin derinliğinin parçası var: Peder’e sevgi, O'nun İsteğini yerine getirme isteği, insanlar için af ve onların kurtulmalarına olan arzu, vermekten sevinç, yoksullar için teselli; benim varlığım hastaya huzur ve imanda belirsiz olana kesinlik verir. Bana senin Ruh’undan verdin: Ben Sen’de  Sen de bendesin.

 

Daha iyi yapamazdın. Hislerim, senin görüntünün tesellisinden faydalanmıyor olsalar da, almaktan ziyade vermeye hazırdırlar: Çünkü Sen sevgisin, armağansın, karşılıksızlıksın.

 

Benim hislerim, benim hissetmem ve tatmam, karanlıkta, acıda, uzaklaşmada bulunur, çünkü onlar lamba fitili gibidirler: Dünya için ışığa destek olmalılar. Senin Ruhun yaşasın ve dünya senin yaşamını alsın diye hislerim ölürler.

Ben içimdeki senin Varlığından kendim için hoşnutluk aramıyorum: Ruhunu benim içime yerleştir ki ben yalnızca benim dışımdaki Onun eserinin farkına varabileyim!

Sana ebediyen övgüler sunacağım!

Benim ilk övgüm, benden kötülüğü kaldırmana, günahımı silmen için sana izin vermem olacaktır! Kardan daha beyaz kılarak evlatlarının elbiselerini yıkamaktan hoşlanıyorsun!

O halde, Sen’de kalabileyim, Sen de bende kalabilesin diye beni arındır ve yıka!

 

  1. İki samimi açıklama

 

Sana faydası olabilecek iki samimi açıklama daha yapmama izin ver.

Günahlarımı itiraf etmek üzere sebep aradığımda, bazen kendimi bencillik içinde buluyorum; günahlarımdan pişmanlık duyduğum zaman bile bencilim: Bunu yapıyorum, çünkü yine Allah’ın huzurunda doğru bir insan olmak istiyorum, daha iyi olmak istiyorum, artık vicdanen pişmanlık istemiyorum. Ama sevgi içimde olduğunda, benim itirafım bile bir sevgi eylemine dönüşüyor!

Peder’e bir sevinç vermek istiyorum!

Mesih İsa’nın Ölümünü değerli kılmak istiyorum!

Gereksiz yükleri Kilise’den kaldırmak istiyorum!

Dirilmiş Rabbin Varlığının ve eserinin sevinçli tanığı yeniden olmak istiyorum!

Kötülük üzerine İsa’nın Zaferinin yeni bir meyve vermesini istiyorum!

Herkesi çıkarsızca sevmek için yürek özgürlüğünde yeniden olmayı istiyorum!

Allah’ın ellerinde uygun ve uysal bir araç yeniden olmayı istiyorum!

Fark ettim ki, bencilce nedenlerden dolayı günahları itiraf ettiğimde, bencilliğimin etkisi altında kalıyorum ve üzüntü yüreğimden ve yüzümden kaybolmuyor.

Sevgi sebepleriyle itiraf edenler ise… uçmaya koyuluyor!

 

Çocuk olduğum zamanlarda, günahları itiraf etmek için bir keresinde bir peder, sonraki defa başkasını arıyordum: Değiştirmek istiyordum. Beni tanıyan kişinin beni günahkar olarak görmesini istemiyordum.

Büyürken anladım ki bu biçimde hareket etmek bir aldatmacaydı: Allah’ın sevgisinde ilerlemek için ve İsa’yı izlemek için değil, yalnızca yüreğimi hafifletmek için itirafı arıyordum.

Eğer kendi içtenliğimde ruhsal hayatta yürümeyi, Mesih İsa’nın içimde hep daha fazla güçlü ve açık olabilmesi için “içsel insan yapısında” büyümeyi arzulamış olsaydım, o zaman kendimi yardım ettirmeye bırakmam, kendime yardım ettirmem gerekirdi. Bunun için, Allah’ın adamı olan pederin beni tanıması ve ruhta nasıl ilerliyorum diye görmesi gerekir.

 

Allah’a şükür bu gereksinimi henüz genç yaşımda anladım. O zamandan beri, beni iyi tanıyan, mümkünse hep aynı kişiye, yüreğimi açmak ve yalnızca Allah’ın affını değil, aynı zamanda Kutsal Ruh’ta yaşamak için benim durumuma uygun öğütler ve teşvikler de elde etmek için uzman bir peder arıyorum.

Böyle bir insanı, böyle bir pederi ben “ruhsal baba” olarak adlandırıyorum. O da “benim Allah’ta ve Allah’ın da bende kalmasına” özen gösteriyor.

 

 

  1. Açık yüreklilik

 

Bu sayfaları yazmayı bitirdikten sonra, İncil’i her açtığımda, baştan başlama isteğim geliyor: Devamlı olarak Allah’ın affının, onun merhametinin yeni yönlerini keşfediyorum. Ama sonra düşünüyorum: Bu sayfalar yalnızca bir tecrübe aktarımı, kendisini affedilmeye bırakan bir günahkarın tecrübesi, Allah’ın yerini ”işgal ederek” affeden bir pederin tecrübesi. Hiç kimse bu az sayfalarda ne Kutsal Kitap’la ilgili, ne litürjik ne bilgelikle ne de tarihsellikle ilgili bir öğretisel sergilemenin bütünlüğünü aramaz: Onlar sadece… aldığı şeyi bahşetmek için ve Rabbin lütfunu övmek için açılan bir yürektir.

İyi niyete sahip olan kişi, Kutsal Kitap’ın tüm sayfalarında ışık bulmak ve derin derin düşünmek için hala birçok başlangıç noktasını bulur: Nitekim Allah, günahlarını kaldırmak ve kendisi ile yeniden bir olması için insan ile olan macerasını yerine getirdi. Kutsal Kitap, her sayfa, Onun bu İsteğini yansıtır! Daha aşağıda, bununla ilgili en çok anlamlı sayfalar arasından bazılarını sıralıyorum ki böylece sen de sakince onları bulabilesin, onları okuyabilesin ve onlardan sevinebilesin.

 

Tüm her şeyi okuduktan sonra, şimdi sonuna kadar seninle daha içten ve dürüst olmak istiyorum. Tüm duygularımı ve tecrübelerimi meydana koyarak bütün bu sayfaları neden yazdığımı biliyor musun?

İtiraf-Barışma Gizemi olarak adlandırdığın Allah’ın o armağanı kabullenmeye seni ikna etmeyi isterdim: Günahların itirafına gitmeye seni ikna etmeyi isterdim.

Bunda başarılı oldum mu? Bunu asla bilemeyeceğim ve bilmek de istemiyorum. Eğer başarılı olduysam, hemen git; bir peder ara ve bir yer yapmak için İsa’ya yüreğini aç.

Eğer başarılı olmadıysam da… o zaman evet, bana bunu yaz. Benim başarısızlığım; benim alçakgönüllü kalmamda, ancak ve ancak Peder Allah'ın, kibirli zavallı peder olan bana, ebedi sevgisinden mutlu olmamda da bana yardım edecek. 

Peder Vigilio Covi

 

 

      BAĞIŞLAMA ÜZERİNE DERİNDEN DÜŞÜNÜLECEK METİNLER

 

ÇIKIŞ                          20,1-21            On buyruk

SİRAK                          28,1-7                Bağışla – bağışlanmış olacaksın

YEŞAYA                     43,22-28           Kendim uğruma günahlarınızı anımsamıyorum

                                      53,1-12              Suçumuz O’nun üzerine yüklendi

MATTA                        9,10-13              İsa günahkarlarla yemek yiyor

İNCİLİ                           16,18-19           Bağlamak ve çözmek

                                      18,15-18           Bağlamak ve çözmek

                                      18,21-35           Kaç defa affetmek?

                                      26,27                 Petrus’un günahı

LUKA                           6,27-38              Düşmanlara sevgi

                                      7,36-50              Günahkar bir kadın

                                      15,1-32              Merhamet meselleri

                                      18,9-14              Bir Ferisi ve bir vergi görevlisi

                                      19,1-10              Zakay

                                      23,33-34           İsa haçta

                                      23,39-43           Affedilmiş haydut

YUHANNA                  1,29                                Allah’ın Kuzusu

                                      8,1-11                Zina işleyen kadın

                                      9,40-41              Körler görmüyorlar

                                      20,22-23           Kimi bağışlarsanız…

 

HAVARİLERİN

İŞLERİ                         7,60                    Affeden İstefanos

 

ROMALILAR

MEKTUP                  5, 6-11               Günahkarlar için Allah’ın sevgisi

                                 7,14-25                            Günahkar insanın durumu

KORİNTLİLERE

2.MEKTUP               5,18-21              Barıştırma görevi

 

KOLOSELİLERE

MEKTUP                  3,13                   Birbirinizi bağışlayın!

 

YAKUP’UN

MEKTUBU               5,16                   Günahları itiraf edin

 

PETRUS’UN

1.MEKTUBU            5,8-9                  Hristiyan’ın silahı

 

PETRUS’UN

2.MEKTUBU            2,20-22               Günaha dönen kişi

 

YUHANNA’NIN

1.MEKTUBU             1,8-10                Bizler günahkarız   

                                  2,1-2                  Savunucumuz

 

Dua etmek için: 

MEZMUR 12 * 31 * 40 * 51 * 72 * 129 ...

 

İÇİNDEKİLER

 

  1. Günahlar bağışlanma ararlar
  2. Sahip olduğun “zeka” konuşur
  3. Kör görmez
  4. Dokuzla sağlama testi
  5. Yüreğin sırrı
  6. İşareti görmek
  7. Değerli bir zorlama
  8. Korkuyu yenen bir sevgi
  9. Günah, sosyal mesele
  10. Ebedi bir kucaklama
  11. Domuzların çobanı gibi
  12. Gökten koparılan şölen
  13. Allah ile olan birlikteliğin işaretleri
  14. İki samimi açıklama
  15. Açık yüreklilik

Baskı onayı: Peder Iginio Rogger, Kilise sansürü - Trento, 6 Ocak 1982.